26 Ocak 2012 Perşembe

BABAM MANTIYI ÇOK SEVER


Benim babam mantıyı çok sever. Özellikle annemin yaptıklarını... Beni de mantı gibi sever. Bana 'mantım benim' dermiş. Aslında bunu hiç söylerken duymadım, anlattılar. Bir de çocukken hepimizde olan, hani 'sepet sepet yumurta, sakın beni unutma...' gibi tekerlemelerin bulunduğu hatıra defterlerimiz vardı. Bu defterlerin ilk iki sayfası anne ve babaya aitti. Sadece o sayfada yazmıştı 'mantım benim' diye... 'Mantım benim' diye başlayıp, 'mantıyı çok seven baban' diye bitirmişti.
Babam çok konuşmaz, çok susar. Çok söylemez, aslında çok şey anlatır. Çok gülmez, çok güldürür. Çok sever gibi görünmez, çok sever. Benim babam bütün babalar gibi (!) çok iyi babadır. Baba adamdır. Doğruluk ve dürüstlüğün tek zenginlik olduğuna inanır. Bu yüzden kendisine ve bize yetebilecek olandan daha fazlasına sahip olma çabasında asla olmadı ama gerekenden eksik de yaşatmadı. Nelerimize katlandı, nelerle savaştı, bizi ne kuyulardan çıkardı, bütün bunları nasıl büyük bir sabır ve suskunlukla yaptı inanamazsınız, ben inanamıyorum...
Tanıdığımız her bir kişi kendine özgü bir özelliği ile kalır ya aklımızda; babamın her hattı muntazam olan yüzünde, dikkati gür ve kavisli kaşları çeker. Yüzüne sert bir ifade veren kaşları olmasa biçimli yüzü bir erkek için fazla güzel kalabilir. Oysa hep biraz çatıkmış gibi duran kaşları, yüzünü tuhaf bir şekilde dengeliyordu. Onu hep çek sevdim ama kaşlarındaki ciddiyetten hep çekindim. Çocukluğum boyunca bakışları beni şefkatle yanına çağırırken, kaşları belli mesafede tuttu.
Büyüdük ama onun çocuğuyuz ya işte hala sevgi görmek istiyoruz. Görüyoruz da ama kendi dilinde anlatıyor sevgisini. Eskiden anlamıyor kızıyordum, 'beni kucağına almıyor, okşamıyor, güzel sözler söylemiyor' diyordum. Şimdi biliyorum. Benim babam sevgisini, sevdiklerinin yaşamlarına kattıklarıyla gösteriyor. Yanınızda olmasına gerek kalmıyor, varlığı yetiyor.
Hayatımın tam ortasında (umarım daha ortasındayımdır), artık babama ihtiyacım kalmamış olması gerekirken şimdi her zamandan daha çok ihtiyacım olması biraz tuhaf olsa da, bu ihtiyacı karşılamak için bulduğum yollara verdiği üstü kapalı cevaplar hoşuma gidiyor. Biz hiç bir şeyi hiç bir zaman açık açık konuşmadık ama ben onu hep anladım çünkü o bana hep ne demek istediğini anlatacak bir yol buldu. Babam çok okur, çok bilir ama gereksiz hiçbir bilgiyi aklında tutmaz. Onu hediyelerle sürprizlerle memnun edemezsiniz. Annem bu huyunu hiç sevmez, birçok huyunu sevmez ama babamı çok sever. Çok kızar babama ama çok sever bilirim...
Şimdi içimde tam babamın olmamı istediği gibi bir kadın olabilmiş olmanın gururu olsa da bunda benim payım yok denebilecek kadar az. Bunu babam yaptı. Beni ben yaptı. Çatık kaşlarının ardındaki yüreğin ürünüyüm ben. Zaten benim babam iyi mantıyı yer. Mantının hamuru iyiyse yer. E mantı sever diye her mantıyı yiyecek değil ya...
Şaka bir yana HİÇ KAYBETMEKTEN BU KADAR KORKTUĞUNUZ, VAROLMADIĞI BİR DÜNYADA NASIL NEFES ALACAĞINIZI BİLMEDİĞİNİZ BİR ŞEYİNİZ OLDU MU?


ÖZLEM'İNİZ OLMALI


“özlem…”
Her insanın bir “Özlem”i  olmalı..
Nasıl anlatılır ki! hangi harfi-hangi kelimeyle… , …hangi cümleyi-hangi
paragrafla birleştirip anlatmalı… , … kimi zaman çöl gündüzleri kadar sıcak
ve gergin, kimi zaman çöl geceleri kadar ıssız ve serin değil mi…
…özlem… ocak beyazı-şubat ayazı… …özlem… mart çamuru-nisan
yağmuru… …özlem… mayıs güneşi-haziran ateşi… …özlem… temmuz
yangını-ağustos kızgını… …özlem… eylül hüznü-ekim sürgünü… …özlem…
kasım soğuğu-aralık buzulu…
…özlem…özlem…özlem… bazen çok, bazen az ama hep var değil mi…
“özlem…”
Her aya, her haftaya, her güne,her ana yetecek bir özlem yaratabiliriz
beynimizin kıvrımlarında…hayal gücünün sınırlarını zorlayacak kadar çok
özleme sahip olabiliriz.
Hadi gelin “sahip olduğumuz değerlere sahip olduğumuz anlarda özlem
duyarak yaşamayı öğretelim yüreğimize”…olur mu… … …

19 Ocak 2012 Perşembe

ANNE OLAMAMAK DEMEK...



Sevgili dostlarım,
İki gün sonra evliliğimin 6. yılını doldurmuş oluyorum. Hayatımda herşeyin yolunda gittiği tek dönem bu... Tabii ki bir şeyler eksik olmadan hayat yürümüyor. Sol yanımı ağrıtan bu eksiklik bana 'keşke bir bebeğim alsaydı da başka hiçbirşeyim olmasaydı' dedirtiyor. Paylaşmak istedim ama yaşamayan anlamıyor... Ben anlamayanları anlamayı öğrendim. Vazgeçmiyorum sonunda ne olacağını az çok tahmin etmeme rağmen vazgeçmeyeceğim. Bunlar hissettiklerim bilgisayarımla paylaşmak istedim, her şey bittiğinde okuyup hatırlayabilmek için....




Anne olmak isteyen bir kadın için, anne olamamak demek; baktığın her bebekte yüreğinin kalması demek…
Geceleri uyanıp sabaha kadar senden sonra evlenip, senden önce çocuk sahibi olanları saymak demek…
Hiç sebep yokken iki de bir ‘belki hamileyimdir’ deyip gidip test yaptırmak demek…
Her test için gittiğinde seni gören sağlık personelinin sana acıyarak bakması demek…
Gördüğün hamile kadınlara gözlerinin takılıp kalması, nazarının değeceğinden korkup bir sürü dua etmek demek...
Etrafındaki yakınlarının, komşularının, büyüklerinin durmadan ‘çocuk yok mu?’ diye sorup, yaranı kanatması demek…
Yastığı karnına koyup gizli gizli aynada kendini seyretmek demek…
Aynada kendini seyrederken yakalandığın eşine karşı mahcup olup, saatlerce ağlamak demek…
Doğmamış çocuğun için her gün mektuplar yazmak, ‘hadi gel artık tükeniyorum’ diye yalvarmak demek…
Yanında ne hissettiğini anlayacağını bildiğin birilerini arayıp asla bulamamak ve anlatmaya çalışmaktan yorulup içine kapanmak demek...
anne olmak isteyip de anne olamamak demek; kendini yarım kalmış, eksik bırakılmış, unutulmuş hissetmek demek…
olmak ya da olmamak ile anne olmak ya da olmamak arasında hiçbir fark olmadığını bilmek demek...
bütün bunları yazıp da yazdıklarını kimsenin anlamayacağını bilmek demek...

4 Ocak 2012 Çarşamba